“I can’t carry my grandma, i can also not eat her or wear her”
- Seçkin AYDIN
- 22 May 2023
- 4 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 29 Nis
Türkçe için aşağı ininiz.

2015
Fruit Leather made of Cooked Grape Juice, Sewing Thread
40 x 40 x 3 cm.
“I can’t carry my grandma, neither can I eat or wear her”
This work represents a memory from my childhood spent in war — a memory that, like a spreading infection, pierced a deep hole in my soul before seeping out through the thinnest layer separating me from the outside world, leaving behind a vast emptiness. Just as I once abandoned my childhood dreams...
My childhood fantasies were mostly about survival strategies, because surviving in that geography at that time truly required both effort and luck.
About twenty years ago (I was 14 then), when the State’s legitimate forces (and also some illegitimate ones) announced that, for our safety, we had to leave the district where we lived, we had no choice but to comply. Our past experiences had already taught us how serious they were — they had made themselves perfectly clear.
It was time to set out once again.During previous displacements, we had walked for a day and a night, crossed a river and seven mountains to reach a village. This time, we headed to the same place; we had no other choice.
What we had been forced to abandon or what we had lacked during previous exiles had taught us to make more rational decisions about what to carry with us.When preparing for such a journey, you have to carefully choose what to bring, based on the season, the distance, and the anticipated length of stay or return: food, clothing, memories, and/or your most precious belongings...
I had come up with what I thought was a genius idea: I would sew a few layers of clothing from the fruit leather my grandmother had given me, wear them over my real clothes, and, when I got hungry, I could roll them up with walnuts hidden in the pockets and eat them.This way, I would protect myself from the cold and feed myself at the same time. My plan was ready, and it seemed brilliant. I was about to propose it to my family as well.
But as I was preparing to share my idea, I overheard a conversation among the adults.
It went like this: my grandmother was too old and sick to make the journey. Moreover, due to her illness, she was too heavy to be carried. Therefore, she could not come with us.
My uncle decided not to leave her behind to face a lonely and dreadful death — perhaps the last days for both of them.
After hearing this conversation, I returned the fruit leather my grandmother had given me — because I realized that I could not carry what truly mattered.
I couldn't carry my grandmother, nor could I eat or wear her.
I left behind my childhood dreams, the fruit leather, and my grandmother, and instead took with me a heavy burden that would fill my soul and haunt my body.
Now, twenty years later, this shirt made from fruit leather cooked from grape juice is the belated and painful birth of a childhood dream I thought I had abandoned — the burden I nurtured inside me, which grew and aged with me, and no longer fits within my body or soul.
Seçkin Aydın, 2015.
----------------------------------0--------------------------------------------
“Babaannemi Taşıyamam, ayrıca onu ne yiyebilirim ne de giyebilirim”
Bu çalışma, savaş içinde geçen çocukluğuma ait bir anımın -içimde giderek yayılan bir irin gibi-, benliğimde koca bir çukur açtıktan sonra dış dünyayla kendisi arasındaki en ince tabakadan sızarak ve içimde kocaman bir boşluk bırakarak beni terk etmesinin temsilidir. Tıpkı bir zamanlar benim de çocukluk fantezilerimi terk ettiğim gibi…
Çocukluk fantezilerim genellikle hayatta kalabilme stratejileri üzerineydi; çünkü o zamanlar, o coğrafyada hayatta kalabilmek, gerçekten çaba ve şans gerektiren bir durumdu/eylemdi.
Yaklaşık yirmi yıl önce (14 yaşındayım o zamanlar) Devlet’in meşru şiddet kurumları (meşru olmayanlar da vardı) güvenliğimiz için, yaşadığımız ilçeyi terk etmek zorunda olduğumuzu anons ettiklerinde, anonsa uymak zorundaydık. Zira, ne kadar ciddi olduklarını daha önceki deneyimlerimizle iki taraflı olarak sabitlemiştik.
Yine yollara dökülme zamanıydı. Önceki gidişlerimizi bir gün, bir gece, bir nehir ve yedi dağ yürüme mesafesindeki bir köye yapmıştık. Bu seferkini de aynı yere yaptık; başka da seçeneğimiz yoktu.
Önceki gidişlerimizden edindiğimiz deneyimler, bize bu yolculuk boyunca yanımıza alacağımız yük tercihlerinde daha rasyonel kararlar almamız gerektiğini -yolda vazgeçmek zorunda kaldıklarımızla veya eksikliğini yaşadıklarımızla- öğretmişti. Yük alırken, mevsime göre, gidilecek mesafe ve gidiş/kalış/dönüş sürelerine göre hem şahsi ve varoluşsal hem de yaşamsal şeyleri tespit etmek zorunda kalırsınız: Yiyecek, giyecek, hatıralar ve/veya en değerlileriniz…
Ben de, oldukça dâhiyane sandığım bir fikir geliştirmiştim: babaannemin bana verdiği pestillerle birkaç kat elbise dikip, bunları gerçek elbisemin üstüne giyecektim ve acıktıkça ceplerindeki cevizlerle yuvarlayıp yiyecektim. Böylelikle, taşımak zorunda olduklarımla hem soğuktan korunacak hem de karnımı doyuracaktım. Planım hazırdı ve harika işleyeceğe benziyordu. Konuyu evdekilere açıp, aynısını onlara da önerecektim. Onlara konuşmaya hazırlanırken, onların kendi aralarındaki konuşmayı duydum.
Konuşma tam olarak şöyleydi: babaannem bu yolculuğu yapamayacak kadar yaşlı ve hasta idi. Hastalığından dolayı taşınamayacak kadar da çok kiloluydu. Bu yüzden bu yolculuğa bizimle çıkamayacaktı. Amcam ise – belki de ikisinin de- bu son günlerinde onu yalnız ve korkulu bir ölüme terk etmemek için yalnız bırakmama kararı almıştı.
Aile büyükleri arasındaki bu konuşmayı duyduktan sonra, babaannemin bana vermiş olduğu pestilleri getirip ona geri vermiştim; çünkü asıl ihtiyacım olan şeyi taşıyamayacağımı anlamıştım.
Babaannemi Taşıyamadım, ayrıca onu ne yiyebildim ne de giyebildim..
Çocukluk fantezilerimi, pestilleri ve babaannemi orda bırakıp, içimi dolduracak kadar ve tüm bedenimi saracak kadar ağır bir yük almıştım yanıma.
Bu olaydan yirmi yıl sonra yaptığım bu pestilden gömlek, hep içimde büyüttüğüm, benimle büyüyüp yaş alan ve artık içime sığmayan bir yükün, bir zamanlar terk ettiğimi sandığım çocukluk fantezimin gecikmiş, sancılı bir doğumudur.
Seçkin Aydın, 2015.
Comments